İçtiği sigarayı tam olarak bitirmeden dördüncü kattan boşluğa bıraktı ve bu sırada izmaritin oyun parkına düşmesine özen gösterdi. Yarın sabah, kişisel gelişimini tamamlamak adına oyun oynamaya gelen bir çocuğun, kendi hayal dünyasında bu izmarite verebileceği rollerin binlerce ihtimali ile çocukluğun akışkan, bir hacme tabi olmayan ve yeryüzüne ait olmayan o varlığını tekrardan duyumsamayı arzuladı. Dünya, rahminde yaşamı ve ölümü barındıran yeryüzü, verdiği her saniye karşılığında onu bir şekle ve katılığa bürünmekle zorunlu kılmıştı.
[...............bu yolda katkı sağlamak onu gururlandırırdı. Hem ne de olsa onun iki dudağı arasından asla yanlış bir şey çıkmazdı.]
Pencereyi kapadığında; haberlere çıkmayan, hakkında yaptırımlar uygulanmayan, olabildiğince az zayiatla kurtulayım derken en sonunda kendini dahi kaybettiği o iç savaşla tekrar baş başa kalmanın haklı gururunu vakur bir ifadeyle yüzüne takındı. Az sonra ne olacağını ve yapacağını bilmesine rağmen bir süre bekledi. "Şu an beni kim durdurabilir ki?" sorusunun kendi elleriyle tayin edilebilir cevabı, ona tanrıyı oynama fırsatı sunduğu için suni bir heyecana bulanmış gözlerini bir süre odada gezdirdi. Acılara ve dramlara karşı var olan zaafını tatmin etmek üzere kapının yanında yer alan masasına doğru yöneldi. Bir adım attı, ardından bir adım daha… Üçüncü adımda göz kapaklarında tonlarca ağırlık hissetti. Durdu ve sulanan gözlerini ovuşturdu. İstemsizce tanık olduğu bu olaylara pek yabancı değildi. Uzak yakın ayrımı yapmaksızın, yolculuklar esnasında bir yerden bir yere gidişlerde kafasındaki trajik sahnelere kaçardı. İçindeki bastırılmış acılara boyun eğebileceği en savunmasız anlar iki yer arasında hiçbir yere ait olmadığı zamanlardı. Öyle ki, pencere kenarından masasına giderken dahi bu tekil kıyametin içerisinde bulabiliyordu kendisini. İçine sürüklendiği duruma karşın zihninin tıpkı bir bağışıklık sistemi refleksi ile her zaman yaptığı şeyi yapmasını bekledi. Bakışlarını hafifçe sola doğru kaydırdı. Artık geriye kalan tek şey, ölümler yaratmak ve ötekileştirilmiş acılara sarılmaktı bakir zihninde. Dördüncü adımını atmaya yeltenirken benliği birden bire kurtuluşu kusmaya başladı. Odanın loş lambası nefesi kesilir gibi yavaşça kararırken yerini puslu boğuk bir havaya bıraktı, ardından ayaklarının altında çamurlaşmış toprağı hissetti. Sığınmak için yarattığı dünyalar genellikle rastgele seçilmiş bir ayrıntının eseriydi. Herhangi bir gazete küpürü, fotoğraf ya da tek bir kelime dahi bu dünyanın yaratılması için yeterliydi zaten insanoğlu yardıma ya da umuda muhtaç olduğunda en ufak şeyin bile peşinden gidebilirdi.
[
------ ]
Gözlerinin önünde asılı duran sisli hava nefes alışverişinden irkilir gibi dağılmaya başladı. Bir süre sonra etrafındaki tablo tamamıyla netleşti. Gözüne ilk çarpan bir savaştan arta kaldığını tahmin ettiği ve vaziyetin vazifesini üstlenir gibi yerde yatan cesetlerdi. Serden, baş başa kaldığı manzaranın dehşeti ile ilkten gayriihtiyari bir şekilde irkilse de sonrasında bu duygu yerini huzura, yüzündeki donukluk tebessüme bıraktı. Bu tebessüm, onu kendi acılarının zulmünden kurtaran zihnine bir teşekkürün ifadesiydi.
[
------ ]
Gece, eline aldığı kara kalemiyle manzaranın acınası halini gizlemeye çalışsa da yanmakta olan bir kaç ceset ve ağaç Serden’in görebilmesi için yeterliydi. Kan, damarları terkedip küçük birinkintiler oluşturmuş, özensizce uzanan uzuvlardan ve cesetlerden akmaya devam ediyordu. Kafasını kaldırıp etrafına baktığında iki siper arasında olduğunu farketti. Bastığı yerlere dikkat ederek dolaşmaya başladı. Adımlarının oluşturduğu küçük çukurlar misafirperver bir şekilde kanla doluyordu. İnsanların büyük ideallar uğruna hayatlarından vazgeçtikleri yerde, 41 numara çukurlara ne kadar kolay sığabildiklerini düşünüp kısa ve alaycı bir kahkaha attı. Gözleri, yaşam belirtisi gösteren bir şeyler aradı, hiç değilse ölüme çeyrek kala nefes alan birisi, birileri. Siperler boş ve hırpalanmıştı. Süngü hücumundan önce iki tarafın da var gücüyle birbirlerine üstünlük kurmaya çalıştıkları belli oluyordu. Bulutlar bunca ölümün sorumlusu olma ihtimalinden korkar gibi hızla ilerlerken, hala yanmakta olan birkaç ateş ise sönüp yok olma telaşesiyle yükselen alevlerini gizleme çabasındaydı. Tabiatın dahi yaşama gayretini bıraktığı bu yerde kendisinden başka herhangi bir canlının olmadığını anlayıp cesetleri irdelemeye koyuldu. Aradığı şey, burada acıyı tatmış mutlu bir hikayeydi.
Baktığı bir kaç askerin cebinde eşlerinin ya da ailelerinin fotoğrafları vardı fakat ona cümleler, kelimeler gerekliydi. Çünkü yaratıcı, varlığını, varlığının manasını insanoğluna her zaman kelimeler ve cümleler ile ifade etmişti. Kendi içinde var olan tanrının yaratımı olan satırları aramak, bulmak içindeki dağınık evi toparlamak gibi bir his veriyordu. Bir mektup, bir anı defteri...
(ELDEN GEÇİR)
Çünkü eğer var ise; yaratıcı, bir mühendis misali yarattığı şeyin zaaflarını da artılarını da biliyordu. Öyle ki indirdiği kutsal kitaplarda kelimeleri ve cümleleri nükteli bir şekilde kullanması, iman etmesi istenenin neye karşı zaafının olduğunu gösteriyordu.Bir fotoğraf karesine ufak bir tebessüm ya da şen bir kahkaha sıkıştırabilirdi insanoğlu. Yani rol yapabilirdi esasen. Gerçeklik vasfına en uygun şekilde rol yapana ödüllerin verildiği bir dünyada tüm uygarlığın her ferdinin halihazırda zaten bu ödülü hakettiğini düşünüyordu Serden. Bu yüzden samimiyeti bulabileceği, zaafiyeti ile yaratıldığı satırları arıyordu.
Serden, boşa geçen birkaç saatin ardından sinirlerine yenik düştü. Şakaklarına giren ağrının yakasına yapışmak istedi. “Ölmeyeceksin aptal herif, ne burada ne de döneceğimiz yerde.” diyerek avazı çıktığı kadar bağırdı. Arzuladığı şeye ulaşamamak tatmin olma duygusunu baltaladıkça, burada kaldığı süre uzuyordu. Son olarak yanan cesetlerden arta kalanlara bakmaya koyuldu. Öte yandan bu anormal duruma sağladığı uyum. “Paramparça ve yanmış cesetlerle gayet sıradan bi şekilde uğraşmak mı? Erve halimi görse ne derdi acaba hahaha.”
“Söylediklerimi dikkatlice dinle. Reklam panoları kadar aitsin dünyaya. Yalnızlığını ister bütün bütün yut ister ufak parçalara ayır yine de yutkunmak yaşamaktan daha zor gelecek. Söylediklerimi dikkatlice dinle. Ne aradığını bilememenin yanılgısı bulduğun doğruları gözardı etmene sebep oldu ve olmaya devam edecek. Evet, yerini yadırgamanın huzursuzluğu ile barışıksın artık, fakat en kanlı savaşlar yalancı barışların ardından gelir, bunu iyi biliyorsun Serden.”
Serden, yer yer kırışmış yer yer ıslanıp mürekkebi dağılmış bu kağıdı askeri telsiz cihazının yanında bulmuştu. Bunca zaman sonra, yer aldığı bunca dünyanın ardından ilk kez böyle bir şeyle karşılaşmıştı. Kafası daha da karışmış, baş ağrısı ise şakaklarına daha sert öpücükler kondurmaya başlamıştı. Ne yapacağını bilemedi. Dizlerini kırıp telsiz cihazının yanına oturdu ve çamurlaşmış olan toprağa uzandı. Göz kapaklarını; anıları, acıları ve hayalleri adına siyah bir perde olarak kullanmaya yeltenirken, yerde yatan tüm cesetlerin bilinçli bir şekilde onun gibi sırtüstü uzandığını ve yüzlerinin göğe baktığını farketti. “Ölümün empatisi...” dedi içinden. Ertelemenin zamanla ağırlaşan cezasını kabullenerek şu an bunun üzerine düşünmek istemedi. Düşünmek, tiryakisi olduğu bir eylemdi fakat ne düşüneceğine karar veremediği zamanlarda hiçbir şey düşünememekle imtihan ediliyor ve zihni giderek alıklaşıyordu. Gözlerini kapadı. Çocukluğundan parça parça anılar geliyordu, siyah perdede canlanan her anıda göz kapaklarını daha da sıkarak kapatıyordu. Her şey boğuyordu onu, kurtulmanın ve zihnini boşaltmanın bir yolunu bulmalıydı. Tüm ayrıntıları, onu o yapan kader çizgisinin tüm ayrıntılarını, yol ayrımlarını irdelemekten şakaklarındaki ağrının incelerek en ufak noktalara kadar yayıldığını ve onu kovaladığını farketti. Ağrıyı görmezden gelemiyor ondan kaçamıyordu. Tam bu sırada intiharın ne denli muazzam bir ağrı kesici olduğunu hatırladı... rahatladı işe yaramaması imkansız bir yöntemdi hayatına her an son verebilme ihtimali, imkanı, iradesinin farkına varmasını sağlayarak onu düştüğü zor durumlardan her daim kurtarmıştı. İntiharın tüm dinlerde günah olmasını fakat intiharı düşünmenin neden peygamberi bir davranış olduğunu bu sayede idrak etmişti. Bu seçeneğin her zaman imkanlar dahilinde mevcut olması yaşamak yükünü hafifletmek için yeterliydi. Hem hali hazırda ne de olsa ayı ikiye ayırmak yahut elindeki sopayla bir ölüyü diriltmek kadar ağır bir sorumluluğa sahip olmasam gerek diye düşündü ve tebessüm etti. Ayrıca herhangi bir akarsuyu ortadan ikiye yarıp başkası gibi davranarak gündeme gelmek istemezdi.
(hayal meyhanesinde)
zerdüşt'ün yakasına yapıştı, kulağına yaklaşıp "neredesin bunca zamandır?" dedi fakat bu soruyu herhangi bir cevabın gelebileceği umudu taşımadan sormuştu, zerdüşt'ün suskunluğu serden'in umutsuzluğunu destekler nitelikteydi. sıkıca kavradığı yakasını bıraktı. çevredekiler ise alkolün ve anın arabeskliğinden bu ikili arasındaki tatlı sert monoloğu fark etmemişlerdi dahi, hoş o an, son sürat bir hızla beşeriyetin duvara tosladığı nihayetini temsilen sûra üflense, halihazırda duvara toslamış hayatları barındıran bu yerde hiç kimse bir an için bile istifini bozmazdı herhalde. serden, zerdüşt'ün yüzünü iki elinin arasına aldı, göz göze gelmenin ciddiyetine güvenerek "dışarıda bekliyorum." dedi ve çıkışa doğru yürümeye başladı. dışarı çıktığında göğe baktı ardından ayak ucuna, derin bir nefes çekti. dünya, ondan ne alsa karmış gibi davranan dünya kendisini ürkütüyordu. bu düşünce ile nefesini vermekte tereddüt etti. hava soğuktu fakat içerideki hengame hafifçe terlemesine sebep olmuştu. tenindeki ter soğumuştu. keşke böyle olmasaydı diye düşündü ve bileğiyle alnının nemini aldı. çocukken, sabahın erken saatlerinde okula giderken çimenlerin üzerindeki çiğ kendisini daima huzursuz ederdi. kendini o çimenler gibi hissetti.
omzuna bir el dokundu. arkasını döndü. zerdüşt karşısında duruyordu. ilkten ne diyeceğini ne yapacağını bilemeden serden "sigara ister misin" diye sordu. tepki vermedi zerdüşt fakat uzatılan pakete de kayıtsız kalmadı.
"benim ne işim var burada zerdüşt."
sessizlik.
soğuk havanın da etkisiyle, ciğerde ısıtılıp servis edilen sigara dumanı gri fırtına bulutları gibi dolaşıyordu etrafta, tenini ayaz ciğerlerini ise karbonmonoksit kuşatıyordu. zerdüşt ince ve gelişigüzel bir kıyafetle duruyordu fakat kendini fiziki durumdan soyutlamış gibi kayıtsız bir tavır takınıyordu.
"tüm bu hengamenin içinde şu an burada durup seninle sadece soğuğu ve sigara dumanını tadıyor olmamın tek mantıklı yanı bu cehennemin hiçbir zaman bitmeyecek olmasını anlamam sanırım. giderek daha da büyüyen her şeyin ardı sıra sürünüp ana ve zamana yetişmeye çalışırken senin paçana tutundum fakat yardım etmezsen eğer yolun geri kalanını sürünerek devam etmek zorundayım ve bildiğin üzere evrimin sürüyen yanını çoktan geçtik, bu yüzden canım biraz acıyabilir ve eğer canım acırsa zerdüşt, beni bulmak için girdiğin her odada kafamın içindekilerden köşe bucak kaçmak için saklandığım köşelerde her şeyi en başa almanın imkansızlığında kıvranırken uyuyakalacağım. sonra bir gün, fazlasıyla sıradan bir gün kendinden önceki milyonlarca günden farkı olmaksızın yaşanan bir gün baktığın odaların hiçbir köşesinde beni bulamayacaksın. o vakit o köşeler sana yalnızca dik açılı boşluklar sunacak zerdüşt."
boşlukta asılı kalmışcasına tepki vermeden sigarasına devam etti.