Lermontov, "bütün dünyayı sevmeye hazırdım, değerlendiren çıkmadı." der ve ekler: "böylelikle de nefret etmeyi öğrendim."
Joker filmi, sağ kulvardan alabildiğine bir hızla bindirip tribünlerdeki seyirciyi mest ederken kısa süreliğine de olsa bu furyayı sabote etmek amaçlı hipodromun ortasına atlıyor ve sizleri iki saniyeliğine soluklanmaya davet ediyorum. Şimdi elinizdeki dürbünü bir kenara bırakın, jokeyler uzaklaşmış olabilir fakat jokerler hala bir ayna kadar yakınımızda.
Şeyma Subaşı'nın çok derin psikolojik şeyler "şaapıyorum" ama öte yandan da "şaapamıyorum" dediği yerden birkaç adım öteye gitmeye çalışacağız ya da geriye.
Taşradan şehre göç etmeye başlayan insanoğlu aidiyetlik beslediği toprağı, arkadaşlık kuruduğu tabiatı bavuluna sığdıramaz ve karşılıksız kalan bu kavramları artık yeni bir sıfatla, şehrin insanı olarak doldurmakla mükellef kılınır. Fabrikasyon ürünü konformist bir yaşam alanı oluşturur kendine, adaptasyon sürecine uyum sağladıkça adapte olduğu şey gibi eti de yalnızlığı da betonlaşır.
Türünün yarattığı bunca hengame ve kalabalık arasında biricilik burcunu yitirir. Adına yazılan reçetelerin hiçbiri resmi evrak soğukluğundan öteye düşüp ruhuna dokunmaz. Kısacası işler yolunda gitmediyse ve gitmemeye devam ediyorsa artık yalnızca var olmanın kendisi dahi kişinin acı duyması için yeterli bir sebep haline gelmiştir.
Tüm bu söylediklerim içinizi daraltmış olabilir fakat ben hiçbir şey yapmadım. Elçiye zeval olmaz, yani olmamalı ya da olmuştur, nerede benim antidepresanlarım, show must be go on.
Sene 1976 Martin Scorsese, metropolün rahminde yaşamak yükünün manasızlığına kılıf uydurmak isteyen bir adamı dünyaya getirdi. Toplumla olan bağları zayıflamış, uyku problemi çeken, hayat standartları yaşamaya değil hayatta kalmaya endekslenmiş bir adam...